ABSTRACT
Arendt deals with politics in quite an unconventional and challenging way. Her works center on an essential problem: public freedom. Public freedom, in its very essence, springs from political action. For Arendt, not only the unprecedented, unanticipated, and perplexing phenomenon of the extreme criminality of the twentieth century, but also the perplexing fact of the mere submission to it by a majority of people forces us to rethink the meaning of politics and its locus, which make political action possible and allow public freedom to appear. For Arendt, the phenomenon of totalitarianism brought new issues forth, such as statelessness, rightlessness, homelessness, and worldlessness. These phenomena, Arendt holds, run parallel to the collapse of the essential articulations of the human condition, which can be distinguished in sheer thoughtlessness, speechlessness, and lack of judgment. It is due to these unprecedented and unanticipated issues, which cannot be addressed by traditional political categories, Arendt invites us to grapple with the meaning of politics anew. As to Arendt, there is a question which is more radical, more aggressive, and more desperate than the question of what politics is and that question is: does politics still have a meaning at all? In this paper, I will focus on Arendt’s genuine and insightful analysis of the question of politics in its indissoluable relation to the experience of totalitarianism. Through such an analysis, I do not aim at a mere presentation of Arendt’s political theory but pointing out the comprehensive horizon and validity of Arendt’s political theory in grasping of our current political problems.
Keywords: Hannah Arendt, totalitarianism, morality, evil, politics, human plurality, responsibility, judgment.
ÖZET
Arendt’in siyasalı ele alışı oldukça sıradışı ve meydan okuyucudur. Arendt’in yapıtları temel bir problem etrafında odaklanır: Kamusal özgürlük. Kamusal özgürlük ise siyasal eylem üzerinden ortaya çıkar. Arendt’e göre bizi siyasal olanın anlamı ve siyasal eylemi mümkün kılan ve kamusal özgürlüğün görünür olmasına izin veren, onun ait olduğu mekânı yeniden düşünmeye zorlayan iki temel sebep vardır. İlk olarak, yirminci yüzyılın aşırı derecede kriminalize olmuş totalitaryanizm deneyiminin öncelsiz, öngörülememiş ve şaşırtıcı olması, ikinci ve daha önemli olanı ise, kitlelerin bu duruma direnmeksizin/uysalca boyun eğmeleri fenomenidir. Arendt’e göre totalitaryanizm fenomeni devletsizlik, haklardan mahrumiyet, evsizlik ve dünyasızlık gibi yeni problemleri ortaya çıkarmıştır. Bu problemler ise kaba düşüncesizlik, konuşma ve yargıda bulunma yoksunluğu gibi insanlık durumunun, temel özelliklerin yıkımıyla paralellik gösterir. Bu önceli olmayan ve öngörülememiş fenomenler geleneksel siyaset felsefelerinin kategorileriyle anlaşılıp açıklanamayacağından dolayı Arendt bizi siyasal olanın anlamı üzerine yeniden düşünmeye davet eder. Arendt’e göre siyasetin hala bir anlamı olup olmadığı sorusu siyasetin ne olduğu sorusundan daha radikal, daha şiddetli ve daha umutsuz bir sorudur. Bu çalışmada Arendt’in totalitaryanizm deneyimiyle ayrılmazcasına bağlı özgün ve öngörülü siyaset analizi odağa alınacaktır. Böylesi bir çözümlemeyle niyet edilen yalnızca Arendt’in siyasal kuramının genel bir sunumundan ziyade bu kuramın bugünün siyasal problemlerini kavramak için sunduğu kapsayıcı ufuk ve geçerliliği vurgulamaktır.
Anahtar Sözcükler: Hannah Arendt, totalitaryanizm, ahlak, kötülük, insani çoğulluk, sorumluluk, yargı.